Hayat, yolcusu olduğumuz uzun, ince ve epeyce karmaşık bir yoldur. Bu yolun başında ana ve babalar, yolun ilerleyen döneminde öğretmenler ve çocuğun birinci derecedeki diğer yakınları bu çocuklara bilerek ya da bilmeyerek nasıl davranmaları, nasıl düşünmeleri, nasıl algılamaları, hatta nasıl hissetmeleri, hakkında kendi gerçeklerini öğretirler. Çoğu iyi niyetle yapılan davranışlar, sergilenen tutumlar, ağızdan çıkan kelimeler, tepkiler, mimikler çocukların zihnine kazındıkça kazınır. Çocuk büyüdükçe derinleşir.
Bir gün çocuk, yetişkinlik yolculuğunda bu tuhaf durumu fark ettiğinde değişim başlamıştır. Elbette bu etkilerden kurtulması kolay değildir. Çocuğun, anne ve babasının öğrettiklerinden hangilerini koruyacağına dair kafası karışır. Bu arada varsayımlar, ön yargılar ve diğer filtreler arada fırsat kollar ve katmanlaşır. Ama rahatsızlık varsa farkındalık da vardır ve çaba minik bebek adımlarıyla devam ettikçe değişimlerin bir sonucu olarak dönüşümler olur . Ancak bazılarından kurtuluş tümüyle gerçekleşmese de bu yolda öyle ya da böyle, istese de istemese de herkes değişir, karınca ya da kararınca…
Dün, artık bugün değildir. Onun için yapacak bir şey yoktur. Olan olmuştur. Her nasılsa olma halimiz de bunun gibidir. Bir yanımız hayatımızın merkezine koyduğumuz her nasılsa olduğumuz “şey”lerin peşinde menzile doğru koşarken, diğer bir yanımız da her nasılsa olduğumuz bu halimizle didişmeden onu kabul ederek, öze geri dönmenin, gerçeğe ulaşmanın basamaklarını atlamak ister. Bu elbette yeterli değildir. Eski biçimlere, alışkanlıklara dönmemek için sürekli bir emek sarf etmek gerekir.
Neyse ki insanın bilinç yolculuğu başladığı günden beri geçirilen her devrede; taşlansa da, çarmıha gerilse de, yakılsa da, hapse atılsa da, “biri”leri hep var olmuş; taşıdıkları öğreti yardımıyla şuur çıtasını yükseltmeye ant içmişler. Özde aynı, sözde farklı bilgi tohumlarını yeryüzüne saçmaya devam etmişler. Çok uzağına düştüğümüz, üstü kat kat kabuk bağlamış özümüze bizi yönlendirmekten hiç vazgeçmemişler.
Ne iyi ki varmışlar; ne iyi ki farklı yöntemlerle, farklı tekniklerle hala varlar… Böylece bu dünya üzerinde ayakta kalabiliyoruz ve dünyayı ayakta tutabiliyoruz! Azınlıktaki % 5’i unutmayın ve dünyayı kurtaracak olan grup da budur!..
Sevgili Mevlana da o alimlerden biridir ve onunda kendine göre alim olan kişilerin yolunda ışık bulmuştur. Ve der ki, “alimin ilimden gayesi de o büyük gerçeğe ulaşmaktır” der. Gerçeğe ulaşmak, Tasavvufta, “kendini bilmek”le özdeşleştirilmiş; “yeterince kazırsan kendini, gerçeğe ulaşırsın zaten,” demek istemişler.
Hayat, aslında bir oyun. Ne, ne kadar uzun, ince ve bir o kadar da karmaşık olsa da, tribünden ahkam kesmek yerine oyunu yaşandığı gibi oynarsak, yani sahada olursak, olan bitene olduğu gibi tanıklık edebiliriz. Ondan sonra gerisi gelir. Yeter ki kendinize, karşınızdakine ve sürece güvenin…
“Hocam bu eğitimde fark ettim ki, oyun oynamayı ne kadar da özlemişiz. Meğer biz hayatı ne kadar ciddi yaşıyormuşuz.” dedi bir gün bir katılımcımız. Gerçeğe ulaşmak, koçlukta soğanın cücüğüne inmektir diye bahsederiz. Yukarıda da ifade ettiğimiz gibi, “yeterince kazırsan kendini, gerçeğe ulaşırsın zaten.”
Tüm eğitimlerimizde tüm katılımcılarımız, oyunların tamamında, kendi gerçek değerleriyle buluşmalarının keyfini yaşadılar ve harikaydılar… Bundan böyle, bunların tümünü “Hayat Denen Oyun”a da taşımanızı bekliyoruz.
Görüşene değin, gönlünüzce geçireceğiniz bir seneye niyetlenin… Karınca kararınca da olsa, “niyet” olmazsa o kadarı da olamaz…
(U)Mutlu seneler dilerim.
selnurgulek